YALNIZLIĞIMIZ DA FEMİNİZME DAHİL Mİ?
Ne yazmalıyım aslında hiç bilmiyorum. Gerçi son zamanlarda hep böyle oluyor bir yazıya başlamam. Kafamın içinde konuşmaktan başka bir şey gelmiyorsa elimden, bilgisayarın başına otururken buluyorum kendimi. Şehir şehir dolaşıp, yolculuk edersem, göçebe bir hayatım olursa hiçbir yere ait olmak zorunda kalmam diye düşünürdüm. Boşluğa düşmem böylelikle derdim. Ansızın yazmaya başlamam da aidiyet sistemine bir cevabımdır belki de.

Tahmini ne zamandır moral bozukluğumu bu şekilde bir yazma aracı haline getiriyorum bilmiyorum. Altı ya da yedi sene. Ataklarımı fark edeli ise 2-3 yıl oluyor. Gitmen gereken seanslar yüzleşmekten korktuğun bir duvar haline geliyor. Önce terapilerden kaçmaya başlıyorsun sonra da insanlardan. Kendine inancın hiçbir zaman tam olmadığı için, aynadaki o sivilceli aksine, sarkan kilolarına, sağlıksızlığına bakmak istemediğin için ‘’sevildiğine’’ olan inancın da hep bıçak sırtı gibi, nabız yokluyor. Sana Eskişehir’den İstanbul’a kalkan o trene bilet aldırabiliyor. Halbuki biliyorsun, sımsıkı yumruk haline gelmiş feminalar yanıbaşında zaten. Halbuki biliyorsun mesafeler her zaman yok edilmesi gereken bir hortkuluk değil. Çünkü yoldaşlık böyle bir şey aslında. Kasılmadan konuştuğun her insanda sosyal anksiyeteni şoke edebilmek biraz da. Bazen dayanıştıklarına inanamayıp, yatağın içine girip o panik atakların geçmesini beklemek. ‘’İnan artık eskisi kadar yalnız olmadığına. Sakinleşmen lazım.’’ diyerek yatıştırmaya çalışmak baş ağrını.
Sahi 21 yıllık hayatımda ne ara mutsuz hissetmeyi zorunluluk gibi karşılar olmuşum? Biseksüel kimliğimi büyük bir heyecanla paylaştığım o insanın artık en yakın arkadaşım olmadığını anladığım zaman mı? Erkek partnerim tarafından “kendisini kaybedeceğimi düşündürerek” defalarca manipüle edildiğimde mi? Daha lise yıllarındayken birçok konuda ailemle mücadele etmem gerektiğini hissettiğimde mi? Yaşadığım toksik ilişkilenmelerden bana kalan bir hüzün birikimiymiş meğersem tüm sanrılarım. Şuan bile ‘’Neden bunları anlatıyorum ki? Ya da gerçekten anlatmayı becerebiliyor muyum?’’ diyerek varlığını unutturmamayı bir görev haline getiren yetersizlik hissim gibi. Beni kendimden uzaklaştıran, kendime öfke duymama neden olan bu otoriteyi yıkmayı başaracağım.
Ben umuyorum ki alıştığımız, içine tıkıldığımız o yalnızlıkları birbirimize olan inancımız azaltacak. Çünkü duygusallığımız da, hüznümüz de, depresifliğimiz de feminizme dahil ve biricik. Sanırım tam bu kısımda bir pencere açmam lazım. Güneşin yüzüme vurmasına ihtiyacım var.
-Tilda