“We Wıll Survıve”

“We Will Survive”

Her zaman teoride öğrendiklerimizi pratikte uygulamanın o kadar kolay olmadığını söylüyoruz. Söylemekle kalmıyor kendi hayatımızda uygulamalı olarak öğreniyoruz şiddetin ne kadar görünmez olduğunu, farkına varsak bile sorunu çözmenin o kadar da kolay olmayabileceğini. Feminist teori kendisini pratikten besler, pratiği ile teorisi arasında çok güçlü diyalektik bir ilişki var ve bizler o teoriyi oluştururken pratikle olan bağlarımızı koparmamalıyız. Bu sebeple diyoruz ki deneyim aktarımı atölyeleri de, bir akşam alelade birbirimize oturmaya gittiğimizde o gün yaşadıklarımızı ve hislerimizi paylaşmamız da, bunları anlattığımız yazılar da politik olarak çok önemli ve birbirimizi güçlendirici bir zemine sahip. Bu sebeple bu yazının başına oturdum.  

Fehmiye Ceren Akçabay, canım hocam, bir derste bahsetmişti. O zamanlar feminizmi yeni öğreniyordum, bu sözleri yeni bir ufuk açmıştı: “Kadınların mahallede oturup konuşup dertleşmesinden daha politik anlamı olan, dayanışma barındıran bir şey daha yok. Kadınların, kendilerini her saniye şiddete maruz bırakan patriyarkal sistemden ve bundan beslenen erkeklerden, terapi seansı olarak nitelendirilebilecek tek çıkış noktaları, evden kocaları çıktığında mahallede kapının önünde buluşmak.” Erkeklerin (okuma kolaylığı olması açısından metin içerisinde erkek kelimesini kullandığımda cis-hetero erkekleri kast ediyor olacağım) dedikodu olarak tanımlayıp aşağıladığı şeyden beslenir feminizm. Bir aradalığımızdan ve deneyimlerimizden beslenir. Mahalledeki kapı önü buluşmalarında kadınlar kendi hayatlarına dair politika üretirler, oradan beslenir. Bir öğlen kahvesine birbirlerine gittiklerinde konuştukları konulardan beslenir. Feminizm hem oradan beslenir hem de oraya etki eder, konuşulacak şeyleri şekillendirir, şekillendirmelidir. Bunun kendi hayatımda son zamanlarda gördüğüm örneklerinden bahsetmek istiyorum. 

ig: sonya_illusturation

Bir gün teyzemin evine gittiğimde komşuları gelmişti, gün için teyzemde toplanmışlardı. Yaşça hemen hepsi 50 yaşın üstünde olan kadınlardı, hayatlarındaki erkeklerden bahsetmeye başladılar. Hayatı boyunca bir çamaşırı bulaşığı alıp şuradan şuraya koymadıklarından, sürekli hizmet beklediklerinden, ömürlerini kocalarına hizmet ederek geçirdiklerinden… Yeni nesil ne kadar güçlü diye düşünüyorlarmış: “Kadınlar artık kendini ezdirmiyor.” Bu insanlara hiçkimse feminist teori anlatmamıştır ayrıntılı ayrıntılı. Ama yaşadıkları şiddeti bir araya gelip konuşarak, dertleşerek görünürleştiriyorlar. Kendi hayatlarına dair feminist bir politika üretiyorlar.  

Yine teyzemden örnek vereceğim, teyzem yaşadığı mahallenin muhtar adayı oldu. Bu sebeple mahallede evleri gezerek insanlarla konuşuyorlar. Bir şey onları da şaşırtmış, annem gelip heyecanla bana anlattığında ben de çok heyecanladım. “70 yaşın üstündedir,” dedi. Bir kadın… “Elbette kadınlar olsun, her yerde kadınlar olsun artık. Sana oy vereceğim kızım, yaşasın kadın dayanışması,” demiş. Haberlerden bir eylem görüntüsünden duymuş belki, bir slogan yerleşmiş yüreğine: “Yaşasın kadın dayanışması.” Feminist hareketin muazzam gücü her kadına ulaşıyor, her kadını çok çabuk politikleştiriyor. Çünkü her kadın hayatında erkek şiddetine maruz bırakılıyor. Bu şiddet karşısında yalnız olmadığını görüyor artık. Her kadın; en yaşlısından en gencine, “dayanışma” diyor. 

Pratikten beslenmek… Bununla beslenerek politika ve teori üretmek. Bu politikayı bir yandan, her kadın ve lubunya kendi hayatta kalma mücadelesiyle üretiyor zaten. O sebeple feminizm buradan doğar. Feminizmi kendi hayatımızın içinde, ismini hiç duymadan bile kendi pratiklerimizle tanımıştık: Ben cinsel tacize maruz bırakılmamak için kendi hayatımda aldığım önlemlerle tanıdım en çok. Feminizm bunu neden yaşadığımın, neden yaşamamam gerektiğinin ve mücadelenin anahtarıydı. Öğrendim, böylece tam olarak kendimi buldum onda. 

Gelelim kendi pratiklerimize… Bu yazının başına bu sebeple oturmuştum. Paylaşmak istediğimiz oranda deneyimlerimizi paylaşmalıyız diyerek. Problemli bir ilişkiyi bitirdiğim bir dönemdeyim. Böyle ilişkilerin bitişi de kendisi gibi toksiklikler barındırıyor çoğu zaman, insan kendine şu suçlayıcı soruları soruyor: Neden bunca zaman katlanmışım? Neden çekip gidememişim? Maruz kaldığım bir şiddetin çoğu zaman şiddet olduğunu biliyordum ama neden gereken tepkiyi çok geç verdim?  

Ardından ilaç gibi şu cevaplar geliyor: Bunları kendi seçimlerin sonucu yaşamadın, bunlar sana dayatıldı. Kâh aşk tanımının içindeki şiddeti görünmez kılan heteropatriyarkal öğrenilmişliklerden kâh bunları değiştirme iradesini ve emeğini asla ortaya koymayan, ilişki içerisindeki eşitsizlikten nemalanan, şiddeti görünmezleştirmekte çıkarı olan karşı tarafın yarattığı pratiklerden. Yaşadıklarının hiçbiri senin suçun değil. Her zaman o doğru refleksleri verememe sebebin bu sorunlu pratikler sebebiyle manipüle edilmendendir.  

Bu cevapla birlikte içimde hissettiğim öfke, politik bir yöne evriliyor. Oradan güçlenmeyi öğreniyorum. Bir kadının ve lubunyanın daha bu şiddete maruz kalmaması için mücadele etmekteki kararlılığım güçleniyor. Feminizme, kadınlara ve lubunyalara tüm yüreğimle sarılıyorum o anda. “Savaşacağız” diye geçiriyorum içimden.  

Yazının başlığını We Will Survive koymak istedim, Gloria Gaynor’un I Will Survive’ına atıfla. Bu yazıyı bitirdiğinizde sizin de fırsatınız varsa açıp, imkanınız varsa dans ederek “üstesinden geleceğiz, yaşayacağız” demenizi isterim, ben dinleyip diyorum. Birlikte üstesinden geleceğiz, buna sonsuz bir inançla yürekten inanıyorum.  

-Zeynep Varlık

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yukarı Çık